Da
Dağ Horozu:
Orta büyüklükte bir kuş olan ve “Huş Tavuğu” olarak da bilinen dağ horozu yükseklerde, dağlarda yaşar. Horoz, yıl boyunca bin 500 ila 3 bin metre yükseklikte ağaç sınırında ve çayırlıklar arasında yerleşik olarak yaşamını sürdürür. Dağ horozu, “Kafkasya Bölgesi”nin yanı sıra Gürcistan, İran, Rusya, Ermenistan ve Türkiye’de görülür.
Dağdelen, Türkan:
1965 yılında Ortaca İlçesi’ne bağlı küçük bir köyde doğdu. Çocukluğu hastalık, çeşitli zorluklar, yokluk ve sefalet içinde geçti. İlerleyen yıllarda babası Almanya’ya işçi gitti ve tüm aileyi yanına almaya karar verdi. 1976 yılında İzmir’den kalkan bir uçak O’nu yeni ufuklara ve maceralara götürdü. 1988 yılında Bulgaristan’da geçirdikleri trafik kazasında annesini kaybetti. 1994 yılında “Dalaman Hava Limanı”nda çalıştı, ancak bir sezon dayanabildi Özel bir hava yoluna uçucu hostes olarak alındı. Yeni işine başlamayı beklerken üç aylığına gittiği İngiltere’den bir daha geri dönmedi. 2000-2005 yılları arası sayısız ülke dolaştı. Maldiv’lerdeki tsunami felaketinden son anda kurtuldu. Hindistan’a tatil için gittiğinde tüm tatilini sokak hayvanlarına harcadı. Kaldığı lüks otele sadece yıkanmak için uğradı. Yıllar sonra hayalindeki küçük ama sevimli restoranını açmak üzere Ortaca’ya döndü. Türkiye şartlarına alışmaya çalışırken sokak hayvanlarının gördüğü inanılmaz işkenceler, zehirlenmeler, halkın ve belediyelerin yaptığı hayvan katliamları O’nu kahretti. İnsanların acımasızlığı, merhametsizliği, halkın oyları ile başa gelen belediye başkanlarının beceriksizliği ve basiretsizliği, medeni ve çağdaş çözüm olan kısırlaştırma yerine zehirle yapılan katliamlar, çöp gibi toplanıp yaşam alanlarının dışına atılan sokak hayvanlarının dramlarına şahit oldukça isyan etti. Belediyelerin orta çağdan kalan insanlık dışı zihniyeti O’nu iyice çileden çıkardı. Tam da o sıralar yaşadığı sokakta “Ortaca Belediyesi” bir anne ve altı yavrusunu zehirle katledince çaresizlikten tükendiğini hissetti. Bu arada hiç bir icraatı olmayan “HAYDOS Hayvan Dostları Derneği”ni üzerine alarak hayata geçirdi. Hayatının en büyük düşü olan portakal bahçesi içindeki restoran hayali artık çok uzaklarda kalmıştı. Kararlıydı, bir daha ardına bakmadan Tanrı’nın O’na açtığı bu kutsal yolda yürüyecekti. Sayısız eylemler ve protestolar yaptı. Yüzlerce şikayet dilekçesi yazdı ve hiç yılmadı. Ölü bir köpeği sürekli zehirleyen, çöp gibi dağlara atan, o zamanki Belediye Başkanının masasına çarptı. Ormanda yaptığı açlık grevi ise Türkiye genelinde ses getirdi. Sayısını hatırlayamayacak kadar hayvan kısırlaştırdı ve sahiplendirdi. Onları besledi, aç olanları doyurdu. Hastaları tedavi etti. Defalarca tacize, iftiraya uğradı. Arabasının lastikleri kesildi, aynaları kırıldı. Üç kez kapısını kırıp evine girdiler. Yatağının üzerine zehirlenen bir köpek bıraktılar. Fiziksel saldırılara uğradı.Bütün bunlar O’nu hiç yıldırmadı. Kaç kez kaçıp gitmek istese de sessiz dostlarına bir türlü sırtını dönemedi. Bu arada tüm birikimleri yavaş yavaş eriyordu. Dönemin çevre belediye başkanları bakım evi kurmak istemiyor ve hayvanları bir şekilde ortadan kaldırıp yok etmeyi tercih ediyorlardı. Kraldan fazla kralcı bir tavırla “Ben ne istersem o olur”, “ben ite, bite para harcamam” diyerek var olma hakkını yok sayıyordu bu kişiler... 2009 seçimlerine bir yıldan az bir süre kaldığında kararını vermişti. Ya ülkeyi terk edecek ya da bir seçim daha katlanacaktı. Ani bir kararla yatırım amacı ile aldığı içinde genç portakal ağaçları bulunan 8 dönüm araziyi yok pahasına sattı. Tüm zorluklara, olumsuzluklara ve engellemelere rağmen, yok pahasına sattığı portakal bahçesinin parası ile “Haydos Bakım Evi”ni kurdu. Bugün “Haydos Bakım Evi”nde 700 kadar mağdur köpek, 150 kadar kedi ve bir yaşlı eşek yaşamını sürdürmektedir. Tabii her gece bakım evi kapısına ve yakınlarına atılan onlarca garibandan bahsetmiyoruz bile...