10.06.2020 / Mine Söğüt - İştah ve Kötülük
Evet, insan otoburluktan etoburluğa evrimleşmiş bir türdür.
Doğadaki birçok canlı gibi et yer.
Evet, zekası, yetenekleri, olanakları bugün yemek için hayvan üretimine ve ticaretine yetecek güçtedir.
Ama bilinci de bunu yaparken sıradanlaştırdığı vahşetin aslında neyi temsil ettiğini anlayabilecek güçtedir.
Zekasını, yeteneklerini ve olanaklarını sınırsız kullanırken bilincini sınırlandırması…
Aradaki çatışmadan öğrenebileceği şeylerden sadece ekonomik ve biyolojik iştahı yüzünden vazgeçmesiyse onun kolektif kötülüğünün nişanesidir.
Kutsal kitaplarında mutlak iyinin kurallarını koyup, dünyevi düzenini sistematik kötülük üzerine kuran insanlığın kurumları gibi bireyleri de birbirlerine tanıdıkları aymazlık hakkından beslenirler.
Kesilmek için yetiştirilen hayvanların zaptedildiği işkencehanenin fotoğrafını gördüğü ve o fotoğrafta gördüğünden rahatsız olduğu halde hala endüstriyel et üretiminin ne anlama geldiğini kavramak istemeyen…
Ve sofradaki kıymayla o fotoğraf arasındaki bağı kurmayı ısrarla reddeden insanın ahlakı…
Her türlü iktidarla faşizm arasındaki bağı kurmayı da onca ağır tecrübeye rağmen aynı küstahlıkla reddeder.
Ve bu reddedişin bedelini de ağır öder.
Kadınları öldüren erkekleri görür.
Okula gönderilmeyen kız çocuklarını görür.
Aile içi cinsel taciz ve tecavüz vakalarının yaygınlığını görür.
Aile baskısının kararttığı hayatları görür.
Ömür boyu süren aile otoritesinin özgürlük algısını nasıl sakatladığını görür.
Aile içinde olanın aile içinde kalması sözleşmesinin hangi suçları örtbas ettiğini görür.
Ve yine de kutsal aile ile psikolojik şiddet arasındaki bağı kurmayı reddeder.
Okullarda tarih diye öğretilenin aslında resmi tarih olduğunu görür.
Düşmanı denize dökmenin ne anlama geldiğini bilir.
Hiçbir savaştan kadınlarla çocukların da sağ çıkamadığını bilir.
Mülteciliğin zorluklarını, çıkmazlarını bilir.
Sınırların anlamsızlığını bile bilir.
Kimsenin aslen öteki olmadığını, tüm komşuların aynı geçmişi paylaştığını, ırkların bin yıllardır melezleşe melezleşe iyice birbirine karıştığını bilir.
Ama vatanseverlikle savaşlar arasındaki tehlikeli bağı kurmayı reddeder.
Sendikasız çalıştırılır.
İş güvencesi yoktur.
Sağlığın ve eğitimin iyisine anca parayla ulaşabilir.
Borçlana borçlana tükettiği bir ömrü çok çalışarak ve işini kaybetme korkusuyla yaşayarak sürdürür.
Başarı ve mutluluk kriterlerini belirleyenlerin tuzağına düştüğünün farkındadır.
Ama yine de o evi ve arabayı illa ki ister.
Kendi hayatına bakıp da kapitalizmle sömürü arasındaki bağı kurmayı reddeder.
İşte o insan…
Kendini, aslen sevdiği bir hayvanı yemek zorunda bırakan…
Sevdiği hayvanı yemesinin kaçınılmaz olduğuna inandıran…
Sevdiği hayvanı aslında sevmediğini anlamasına imkan tanımayan…
Yediği hayvanın aslen ne olduğunu idrak etmediğinde başına kötü bir şey geldiğini de idrak etmeyecek kadar şuursuzlaştıran bu sistemde…
Bir et lokantası işletmecisinin, endüstriyel et üretimi yapılan bir işkencehanede çekilmiş neşeli fotoğrafına bakarken aslında kendisine bakar.
O kesilmek için korkunç bir cenderede tutulan hayvan da kendisidir.
O cehennemde neşeyle poz veren kişi de kendisidir.
O iklimde kabaran iştah da bizzat kendi iştahıdır.
Ve bu dünyada işlenen ama olmayan öbür dünyada affedileceği düşünülen günah da kendi günahıdır.
İnsanı insanlıktan çıkaran ve hem kendine hem de çevresine tehlikeli kılan, manaya değil maddeye yönelmiş azılı iştahıdır.
Cumhuriyet Gazetesi - 10.06.2020, Çarşamba
10.06.2020