17.06.2021 / Zeynep Altıok Akatlı - Yürüyelim
Geçtiğimiz hafta “Tarihi Havagazı Fabrikası”nda çağrıcılığını “İzmir Kent Konseyleri Birliği”nin yaptığı “TMMOB- İKK” işbirliğiyle ve “İzmir Büyükşehir Belediye”mizin desteğiyle düzenlenen çalıştayda İzmir’in “Kanal İstanbul”u olarak tanımlanan “Çeşme Projesi” için bir araya geldik. İktidarın ultra, mega çılgın projeleri “daha çok” rant için tek kişinin talimatıyla dur durak bilmeden ülkeyi kuşatıyor. “Uzungöl”, “Hasankeyf”, “Yassı Ada”, “Kuzey Ormanları”, “Rize Çayeli” örnekleriyle ilgili öncesi ve sonrasını tokat gibi yüzümüze çarpan görseller ekrana yansırken aklıma takıldı. Nefes kesen güzellikteki bu köşelere bakan biri nasıl olur da yöre halkının ağlayarak, yakararak, canı pahasına gövdesini siper ederek savunduğu alanları bu kadar acımasızca feda edebilir? Nasıl kıyar doğaya? Sonra birden fark ettim. Yürümüyor!
* * *
Hem de uzun yıllardır yürümüyor. Altın varaklı, mermer sarayında bile tek başına sükunetle adım atmıyor. Ardında korumalar kalabalığı, koşar adım o saraydan bu helikoptere, o uçaktan şu camları karanlık film kaplı otomobile geçiyor. Konfordan anladığı bu. Doğaya çıktığında beş katlı yatların en üst katından bakıyor denize. Ayağını çime, toprağa basmıyor. İnsanların arasına karışmıyor. Sokaklarda avarelik etmiyor. Gittiği ülkelerde yeşilin, tarihin, geçmişin nasıl korunduğunu da göremiyor. Hayata karışmıyor çünkü. Eğer “Beştepe” adını verdiği beton yığınında hoparlörlerden kendisine özel ses kaydı yayınlanmıyorsa sabahları kuş seslerini duymuyor. Böyle bir eksiklik de hissetmiyor. Bunu hayata karıştığı izlenimi için koruma ve basın ordusu arasında insan içine çıktığında karşısına çıkan kuşu şemsiyeyle dürtmesinden anlıyoruz. Bastığı yerlerde sonbahar yapraklarının hışırtısı, atkestaneleri yok. Kalabalıkların arasında tek başına yürümenin renklerini bilmiyor. İnsanın yürürken gördükleriyle gönenişini, çoğalışını da yaşayamıyor. O kadar yalnız ve doyumsuz ki hayal gücü sadece olanın daha büyüğünü tasavvur edebiliyor. Şatafata doymayışı da ondan. Aslında çok yalnız, çok renksiz, çok sığ.
Henry David Thoreau doğayla yeterince ilişki kuramayan insanı anlattığı “Yürümek” adlı eserinde yürüyüş eylemini kişinin içsel dünyasında gerçekleştirdiği bir gezinti olarak tanımlar. Hatta seçkin sanatsal bir eylemdir yürümek O’na göre. Yazar kapitalizmin etkisiyle gelişen insanların doğayla yeterince ilişki kuramadığı eleştirisiyle doğada yaptığı yürüyüşlerden örneklerle yapay bir dünyaya hapsolan insanın yabancılaşmasını irdeler.
Thoreau’nun yürüyüşe çıkarken “Mumyalanmış kalplerimizi, terk edilmiş krallıklarımıza kutsal bir emanet olarak geri göndermeye hazırlıklı olmalıyız” sözü bana ihtiyacından fazlasını talep eden, doğayı ve hayvanı sadece fayda ve çıkar ilişkisi olarak gören tek adamın adeta mumyalanmış kalbiyle doğaya ve halka karşı bu denli merhametsiz oluşunu düşündürdü.
Yürüyüş insanı dinlendirir, yatıştırır. Günlük yaşamın akışını, insanları, hayvanları algılama olanağı verir. Dönüşümdür. Farklı olanla karşılaştırır. Estetik çeşitlilik ve seçki sunar. Bilmediğimiz yerlerin, bilmediğimiz hayatların yanından geçerken düşündürür. “Yürümek içsel bir yolculuğun başlangıcıdır. Yürümek insanın kendine doğru attığı düşsel adımların adıdır. Yürüyen insan her adımda kendinden kurtulur ve özüne doğru yol alır adeta. Yürümek dışarıdan içeriye bir seyahatin de başlangıcıdır. En güzel düşünceler yürürken insanı bulur” **, “İki mesafe arasında gidip gelmek değil yaratıcı bir eylemdir. Hem kendi yalnızlığımıza çekildiğimiz hem de toplum olarak bizi dönüştürecek bir ayağa kalkıştır” ** diyor Frederic Gros.
Kendi iç yalnızlığında mutsuz olan, toplumu yok sayan ve yürümeyen, doğayı hissetmeyen birinin çılgın projelerine yürüdüğümüz yollarda kokladığımız çiçeklerin, gördüğümüz güzelliklerin bilinciyle başka hayatlara ve yaşam döngüsüne saygıyla ve hissederek direnmeliyiz.
“Çeşme Kültür ve Turizm Gelişim Bölgesi” 16 bin 624 hektarlık bir alanı kapsıyor. Yani bir ucu Urla diğer ucu Selçuk’a uzanan “Çeşme Yarımadası”nın yüzde 55’ini kapsıyor. 1600 hektar tarım alanıyla, denizleriyle, kumsallarıyla, kıyılarıyla; tilkilerin, domuzların, sırtlanların, karakulakların, kerkenezler dahil yüzlerce kuş türünün, birçok nadir ve tehlike altında canlının yaşadığı yörede endemik, nadir ve acil korunması gereken ondokuz tür bitki çeşitliliği var. “Akdeniz Foku”nun korunması için belirlenen beş öncelikli alandan söz ediyoruz. 3200 hektar golf sahası yapılarak dönüştürülecek tarım alanlarının yok olacak ağaçların hesabı bir yana sadece bu kadar büyük bir alana yapılacak golf sahasının sulanması için hali hazırda yazın artan içme ve kullanma sularına ilişkin talep karşılanamazken nereden su bulunacağı bile başlı başına büyük bir sorun.
Arkeolojik ve doğal zenginlikleriyle 1. derece sit ilan edilen bu alan turizm, kalkınma, istihdam vaadiyle 2017’de sit derecesi değiştirilerek imara açılmış. Golf ata sporumuz olmadığına göre yöre halkının yanından bile geçemeyeceği ultra, mega bilmem kaç yıldızlı oteller, rezidanslar bölgesi olarak parası olanın tatil yapacağı bir alan yaratılacak. Antalya’da bu standartta tesislerin doluluk oranları ortada. Turist geleceği yerde doğa arar, tarih arar. Toledo’ya benzeteceğiz diyerek Sur’da tarihi dokuyu yok eden iktidar Çeşme’de doğayı yok etmek, Urla’yı Toscana’ya benzetmek peşinde. Neden var olanı üstelik üstüne para dökerek dönüştürmek turist getirsin? Sağlık turizmi adı altında dev binalarla kongre merkezi, temapark, film platosu, yat limanı, oteller, motorsport pisti, hava alanı gibi binaların inşası için yabancı sermayeye, Katar’lı müteahhitlere sunulacak topraklar bizim. Mordoğan’da denizden rüzgar akımını önleyen beton otel enkazını kaldırmak, yerelde turizmi teşvik etmek yerine neden çılgın projelere ihtiyaç var? Hesabı verilemeyen 128 milyon doların, varlık fonuna aktarılan paraların tükenmişliği midir ihtiyaç?
* * *
İçerde yaşayan adama Frederic Gros’un sözleriyle seslenmek fayda etmeyecektir ama söyleyelim. “İçeride olmak doldurur içimizi ikircikli duygularla, düşüncelerle, dışarıda olmak sonsuzluğa salar aklımızı özgürce. Yürümeyi öğrenmeli, tecrübe etmeli insan öncelikle. Hızlı yürümek tüketir insanı kesinlikle. Yavaş yavaş yürümeli dingince.” **
O duymayacaktır. O zaman adalet yürüyüşünün yıldönümünde olduğumuzu da hatırlayıp kendimize seslenelim; “Niye duruyorsun o zaman yerinde, Gandhi bir devrim yaratmadı mı o uzun yürüyüşüyle? Sabır, emek ve zamandan başka ne gerek bize?” **
** FredericGros / Yürümenin Felsefesi
BirGün Gazetesi - 17.06.2021, Perşembe
17.06.2021