26.08.2017 / Yavuz Alogan - Kasaba Kültürü ve Rant İştahı
Elbette kentler dokunulmaz değildir. Nüfus artışıyla birlikte artan ihtiyaçlar kentlerin yapısını değiştirir. Yeni yollar açılır, eskimiş binalar yenilenir, zamanla kent Ankara gibi hareket etmeye, batı ve güney istikametinde yayılmaya başlar. Bütün bunlar olabilir.
19. asrın başından itibaren mimarlar imparatorların desteğiyle Avrupa’nın büyük kentlerinin üzerinden silindir gibi geçmişler, ortaçağdan kalma eski mahalleleri yerle bir etmişler, geniş bulvarlar açarak parklar, meydanlar inşa etmişlerdir.
Liberaller buna “modernleşme”, Engels ise “Haussmannlaşma” demiştir. Geniş ve süslü bulvarlar, görkemli anıtlarla süslenen meydanlar, havuzlu parklar kent hayatına estetik, ferahlık ve kolay ulaşım imkanları sağladığı için gerçekten de modernizmi yansıtıyordu. Fakat 1848’in barikat savaşlarına katılan Engels bu modern kent mimarisine baktığında farklı bir şey görüyordu.
Engels, “III. Napoleon Dönemi”nin ünlü mimarı Georges Eugéne Hausmann’la başlayan bu sürecin burjuvazinin kentsel alana hakimiyetini sağlamak gibi özel bir amacı olduğunu keşfetmişti. Topların yerleştirilemediği, süvarilerin rahat hareket edemediği karman çorman işçi mahallelerinin orta yerinde açılan geniş yollar barikat savaşlarını stratejik anlamda önlüyordu. Ayrıca proletaryanın önemli bir bölümü bu inşaat faaliyeti sayesinde doğrudan imparatorlara ve saray nazırlarına bağlanıyordu.
19. asır boyunca bütün büyük kentler dönüştürüldü. Bizde bu türden uygulamalar 20. asırda görüldü. Adnan Menderes turistlerin İstanbul girişinde bir ortaçağ manzarasıyla karşılaşmamaları için “Londra Asfaltı”nı, “Vatan ve Millet Caddeleri”ni açtı. Tarihi “Aksaray Çarşısı”nı, eski Rum mahallelerini neden yıktırdığı, daha sonra Kennedy adını alan sahil yolunu niye açtırdığı anlaşılamadı. Barikat kurmak için sabırsızlanan bir proletarya yoktu. Belli ki Menderes kendi estetik kaygılarını kente uygulamak istiyordu.
Dar ve sığ bir kesimin estetik kaygılarını kente dayatma arzusu “AKP” iktidarıyla birlikte yeni bir taşıyıcı buldu ve zirveye yükseldi. Ankara’nın Dikmen semtinde bir zamanların meyve bahçeli aşı boyalı gecekondu evlerinin yerinde birbirinin güneşini keserek üs üste yükselen çok katlı apartmanları, Söğütözü semtinde Manhattan misali yükselen kasvetli gökdelenleri, Çukurambar’da parti kodamanları için yapılan birbirinin üstüne abanmış süslü ve tuhaf evleri görelim. Kızılay’daki “Gökdelen”in duvarına işlenmiş Atatürk’ün sözünü kapatan dev telefon şirketi ilanını, meydandaki bütün duvarları kaplayan ve geceleri Uzakdoğu genelevleri gibi ışıklandırılan ilanların çirkinliğini fark edelim. “AKP Genel Merkezi”nin hemen dibindeki parkı; halka kapatılan, içinde Mustafa Kemal’e ait Balkan tarzı bir “koliba”nın bulunduğu, muhtemelen imara açılmak için sırasını bekleyen geniş ve ağaçlıklı bahçeyi unutmayalım. Yakın gelecekte “Saraçoğlu Mahallesi”nin, eski “Bakanlıklar”ın, “Çankaya Köşkü”nün ve ağaçlıklı askeri kışla arazilerinin üzerinde heyula gibi kasvetli gökdelenler yükselirse şaşmayalım.
Ne modernizmin estetik rahatlığı ne de halk ayaklanmasına karşı mimari önlemler.... Rantiye kapitalizminin bayağılaştırdığı kasaba kültürüyle ve yandaşları yemlemek için rant oluşturma iştahıyla kendi kentlerini yaratıyorlar.
Fakat “AOÇ”ye yapılacak ABD diplomatik yerleşkesini anlayamadık. Saray orada biraz boşlukta duruyor gibi. Sırtını dayayacak sağlam bir güç arıyor herhalde. Uçaklar bombalamaya çekinir, zor durumda tahliye ve iltica kolay olur... diye düşündüler herhalde. Hey gidi “Gazi Orman Çiftliği”!…
Aydınlık Gazetesi - 26.08.2017, Cumartesi
26.08.2017