16.10.2016 / Balcı, Ceyhun - Gıda Emperyalizmine Karşı Bir Yalnız Savaşçı
“Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” Henry Kissinger
Emperyalizm boş durmaz! Yeryüzünde aklınıza gelebilecek her varlık, nesne ya da ürün emperyalizmin savaş aygıtına dönüşebilir. Osman Nuri Koçtürk, yaklaşık yarım yüzyıl önce gıda üzerindeki oyunları fark etti ve akademik yaşamını bu tehlikeye karşı mücadeleye adadı.
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman!” Pek çoğunuz anımsayacaktır bu sözlere can veren ezgiyi! Kendini küçümseme ve sahip olduğu değerleri beğenmeme halinin izlerini sürmek olasıdır bu sözlerde. Sonsuz ağacının meyvesi olan zeytinin yağı neden yenilemesin ki! İnsanın zeytinyağını küçümsemesi için ya bilgisiz ya da aklının başından alınmış olması gerekir. Türkünün derlendiği yıllarda Türkiye’nin “Batılılaşmaktan” vazgeçip hızla “Batıcılaştığını” anımsarsak bu akıl almaz değişimin şifresini biraz olsun çözmüş oluruz.
ABD’nin Yağı ve Süt Tozu
Benim kuşağım (78 kuşağı) çok iyi anımsayacaktır! İlkokul yıllarımızda sabahları beslenme saatimiz olurdu. Her gün bir öğrenci okulda bulunan un ve yağı teslim alarak evde annesine unlu esin yaptırır okula getirirdi. Türk-Amerikan dostluğunun simgelerini taşıyan un ve yağ ambalajlarıyla tiksinti veren koku ve tat hala hafızamdadır. Olasılıkla üretim fazlası ve son kullanma tarihi de geçmiş ürünlerdi. Bir de Amerikan süt tozundan yapılma beyaz bir sıvı dağıtılırdı öğrencilere. Bütün bunlar, besin üretimi konusunda kendi kendisine yettiği iddiasında olan Türkiye’de yaşanmaktaydı. Oysa beslenme bahane, gıda emperyalizmi şahaneydi! Bir taşla bir kaç kuş vurmuş oluyordu böylelikle dostumuz(!) Amerika! Bir yandan bedava besinle gönülleri kazanırken, diğer yandan da gereksinim fazlası ürünleri sokuşturup insanların kötü beslenmelerini sağlayarak zihinsel gelişimlerini sınırlamış oluyordu. Besin yoluyla insanları denetim altına alıyordu.
Basma fistanı giyesi gelmeyen kadınlarımızın Amerikan bezine razı olması ve süreç içinde naylonla tanışması da facianın bir başka boyutunu oluşturmuştu. Günümüzde pamuk üretimiyle tanınmış olan Türkiye’nin bu alandaki becerisini de geometrik bir biçimde yitirdiğini, pamuk gibi bir endüstriyel ürünün üretiminden de vazgeçtiğini eklemekle yetinelim!
Akademinin Gözleri Önünde
Sözünü ettiğim olayların yaşandığı dönemde bir mısırözü yağı ve onu izleyerek de ayçiçeği yağı patlaması yaşandığını anımsayabiliriz. Komünizm korkusuyla batının kanatları altına alınan, hazır askere dönüştürülen Türkiye’nin, halkı da gıda yoluyla denetim altında tutulmuş oluyordu böylelikle.
Yazık ki başarılı olundu! Tarımsal üretim yerle bir edilebilmişti. Kendi kendine yetebilmek şöyle dursun; bitki tohumu ve damızlık hayvan bakımından da dışa bağımlı bir sözde tarım ülkesi olduk.
Tüm bu gelişmeler sessizliğini bir türlü bozamayan bir Türk akademiyasının şaşkın bakışları eşliğinde gerçekleşti. Kırk ya da elli yıl önceki sessizlik bir ölçüde anlaşılabilir belki! Ama her şeyin tüm açıklığıyla ortada olduğu günümüzdeki sessizlik düşündürücüdür.
Bu acıklı oyun ilk sahnelendiği yıllarda bile sessiz durmayan, tersine sesini yükselterek bilimci namusunun ve vatanseverliğinin gereğini yerine getiren Osman Nuri Koçtürk’ü anımsamanın tam da sırasıdır! Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce gıda emperyalizmini fark eden, neredeyse akademik yaşamını bu tehlikeye karşı çıkmaya adayan Koçtürk çok değerli ve parlak başka pek çok değer gibi yalnızları oynamıştır. Örneğin, O’nun beslenmeye dikkat çekişinin üzerinden geçen bunca zamandan sonra henüz tıp fakültelerimizde beslenme dersi okutulmaya başlanmamıştır.
“Tek Sağlık” Anlayışı
Koçtürk insan ve hayvan sağlığı ile tarım ve hayvancılık bütünleşmeli düşüncesindedir. Çünkü, biri diğeri ile etkileşim içindeki bu alanların tek başlarına ele alınmaları istenen sonuca erişilmesinin önünde engeldir. Bütünleşmeyi “Tek Sağlık” kavramıyla açıklayan Koçtürk bir veteriner hekim olarak yaşamı boyunca bu anlayışın yerleşikleşmesi çabası içinde olmuştur.
Amerika’nın süt tozuna karşı ayran, kefir, yoğurt ve sütü; margarine, soya yağına ve başka dış kaynaklı yağlara karşı zeytincilik ve zeytinyağını; ışınlanmış yabancı buğday tohumlarına karşı yerli tohumu savunmuştur.
Bir yandan “Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı” öğretim üyeliği yaparken diğer yandan da “Et Balık Kurumu” için emek harcaması halkın ete ve dolayısı ile proteine erişmesi gereğini önemsemiş olmasının göstergesidir. Toplumcu kişiliği ve dünya görüşü gereği sosyo ekonomik koşulları göz ardı etmeden tüm halkın sağlıklı ve nitelikli besine erişme sorunsalını çözme çabasında olmuştur. Gelişmiş bir ülke ve toplum yaratmanın nitelikli ve protein değeri yüksek bir beslenmeyle söz konusu olabileceğini bundan 40 yıl önce düşünebilen ve bu doğrultuda eylemlilik içinde olan Osman Nuri Koçtürk’ün yöneldiği hedeflere yürüyüşün yeniden başlatılması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Hiç kuşkusuz açlık çok önemli bir beslenememe sorunudur. Her ne kadar gereği yerine getirilemese de önemi bir şekilde fark edilmiştir. Ama, günümüzde baş döndürücü bir hızla ilerlemekte olan tıp ortamında tüm hastalıkların yarısından fazlasından sorumlu olan kötü beslenmenin öneminin anlaşıldığını söylemek ise ne yazık ki son derece zordur.
Osman Nuri Koçtürk Kimdir?
25 Haziran 1918 İzmir Karşıyaka doğumludur. “Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi”ni 1942’de bitirdi. 1945’te “Askeri Veteriner Akademisi”ne girdi. 1949’da “Milli Savunma Bakanlığı” tarafından ordu beslenmesiyle ilgili incelemeler yapması için “ABD”ye gönderildi. 1953’te yurda döndü ve izlenimlerini raporlaştırarak ilgililere sundu.
1955’te “Ankara Üniversitesi”nden PhD derecesi aldı. 1956’da biyokimya öğretim üyeliğinin yanı sıra “Et Balık Kurumu”nda görev aldı. 1961’de doçent ünvanı aldı.
1972’de öğretim üyeliğinden emekli olduktan sonra işçi sendikaları ve kooperatiflerde teknik danışmanlık yaptı.
“Gıda Emperyalizmi”, “Açlık Korkusu” ve “Sessiz Savaş” pek çok kitabından en bilinen bir kaçıdır.
O’nu en iyi yine kendi sözleri anlatacaktır:
“Günümüzde (soğuk savaş) bir toplumu uysallaştırmak, yönetmek, entellektüel kapasitesini azaltmak, az düşünen bireylerden oluşan bir toplum yaratmak için top ve tüfek gerekli değildir. Bunu beslenme politakalarını ele geçirerek sulh içinde ve minnet duyguları ile başarabilirsiniz. Amerikan emperyalizminin yaptığı budur.”
Gıda emperyalizmine karşı sürdürdüğü yaşamını 4 Nisan 1994’te noktaladı.
Aydınlık Gazetesi - 16.10.2016, Pazar
16.10.2016