10.07.2015 / Gönenç, İbrahim Ethem - Marksizmde Doğa Anlayışı
Artık neoliberal küresel ekonomik sistemin doğada yarattığı felaketler saklanamayacak kadar aşikar olduğundan, insan-doğa uyumunun tekrar sağlanabileceği, sürdürülebilir yeni bir dünya düzeni arayışı yaşamsal önem kazanmıştır. Bu bağlamda; ta 1842 yılında “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” diyerek, kapitalizmin doğaya bakışını çok güzel özetleyen Marksistlerin doğa yaklaşımına bir gözatıp, görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyalektik Materyalizmde Doğa
“Diyalektik materyalizm” doğaya birbirinden kopmuş, soyut ve bağımsız nesnelerin rastlantısal bir yığını olarak değil, aralarında ilintiler bulunan, birbirine bağımlı ve birbirini koşullandıran nesne ve olayların bir bütünü olarak bakar. Bu bağlamda materyalizmde, doğa ile toplum biribirinden ayrıştırılmış iki kavram değildir; insan doğanın bir parçasıdır, doğada yaşar ve kendisi sürekli değişirken, aynı zamanda yaşam koşullarını ve doğayı da değiştirir.
Friedrich Engels, “Doğanın Diyalektiği” adlı eserinde; şu ifadelerle materyalizmin doğa anlayışını mükemmel özetlemiştir:
“Bilinmelidir ki; doğal varlıklar üzerinde kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için doğa bizden öcünü alır. Mezopotamya, Yunanistan, İtalya, Orta Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, çölleşmeye zemin hazırladıklarını, dağlardaki kaynakların sularını kuruttuklarını, azgın sel yığınlarının ovaları basmasına neden olduklarını akıllarına bile getirmemişlerdir. Artık anlamalıyız ki; bizler hiçbir zaman doğaya egemen olmak gibi bir çaba içinde olmamalıyız; tersine etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parça ve onun tam ortasında olduğumuzun bilinciyle davranmalıyız. İnsan olarak doğa üzerinde kurduğumuz egemenlik, onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olabilmemizden öteye gitmemelidir. Hele varoluşumuzun ilk koşulu olan suyu ve toprağı bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapmaya doğru atılmış bir adımdır. Su ve toprağın alınır, satılır bir mal haline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması ahlaksızlıktan başka bir şey doğurmaz.”
Marksizmden Alınacak Dersler
Marksizme göre; doğayla insan arasındaki ilişkide çelişkileri üreten insan ve insanın yarattığı sosyoekonomik sistem ile sistemdeki üretim ilişkileridir. İnsan, doğal sistemi ve onun sunduklarını kendi gereksinimlerine uygun bir biçime sokmak için değiştirmekte ve bu yolla, eş zamanlı olarak aslında kendi öz doğasını da değişikliğe uğratmaktadır. Karl Marx, “Das Kapital” adlı büyük eserinde emek sürecini; “İnsanın kendi eylemleri aracılığıyla, kendisi ile doğa arasındaki metabolizmayı kurduğu, denetlediği, düzenlediği bir süreç” olarak tanımlamıştır. Doğal değerleri kendisine sunulmuş bedava bir hediye olarak gören kapitalist üretim ilişkileri, bu metabolizmada onarılmaz bir yarılma ortaya çıkarmıştır. Marksizme göre bu yarılmayı ortadan kaldırmak için tek yol, insan ile doğa arasındaki metabolizmayı -burjuva toplumunun yeteneklerinin çok ötesinde- ussal bir tarzda yönetmektir.
Çeşitli yazılarımda değindiğim üzere; Marksizmde olduğu gibi, doğal ve sosyoekonomik sistemi bir bütünlük içerisinde gören bir anlayış, sistemler arasındaki çelişkilerin, uyumsuzlukların ve bunların kaynaklarının kolayca anlaşılmasını ve sorunların çözülmesini sağlar. İşte bu nedenle ekosisteme -benim yaptığım gibi- Marksist pencereden bakılmalıdır.
Nazım Hikmet’in dediği gibi; “Kendimizle yarışmadayız gülüm / Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz / Ya dünyamıza inecek ölüm.” Hadi rastgele!
Aydınlık Gazetesi - 10.07.2015, Cuma
10.07.2015