14.03.2014 / İbrahim Ethem Gönenç - Türkiye Ötrofikasyon Sürecinin Neresinde?
Merhaba! Bu hafta sizlere, su kaynaklarının bazen binlerce, bazen yüzlerce yıl boyunca geçirdiği süreçlerden, özellikle ilerleyen haftalarda sıkça rastlayacağınız “ötrofikason süreci”nden söz edeceğim.
En anlaşılır şekliyle; bir su kaynağına besi maddeleri, yani azot ve fosfor boşalım hızında artış varsa bu süreç kısaca “ötrofikasyon” olarak adlandırılır. Bu süreç içerisinde birincil üretim yapısındaki değişimler, ikincil üretimi ve trofik besi ağı içinde giderek tüm ekolojik yapıyı etkiler. “Ötrofikasyon süreci” içinde birbirini izleyen dört faz; “oligotrofik”, “mezotrofik”, “ötrofik”, “hipertrofik” adıyla anılmakta olup, su kaynağının “trofik” durumu bu fazlarla tanımlanır. Doğal sistemde (DS) “Şekil 1”de gösterilen karmaşık biyokimyasal süreçler olagelirken, bu dört fazdan birinden diğerine geçiş ancak sosyoekonomik sistemin (SES), “DS”ye müdahalesiyle gerçekleşmektedir. Bu süreçler aynen ülkeler için de geçerli olup, su kaynakları ekosistemindeki dönüşüm ve değişimler, ülkelerin “SES”inde de aynen görülmektedir. Bu nedenle aşağıda parantez içinde yazdıklarım, ülkeler ve “SES”leri için yaptığım benzeşim veya teşbihler olup, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Hangi fazda olduğumuzu anlamak için bakılması gerekenler, “DS”de “solar radyasyon/besi maddeleri/fitoplanktonlar/biyoçeşitlilik” iken; “SES” için bunların karşılığı ise sırasıyla “iklim koşulları/emeksiz para”, “rüşvet ile ahlaki değerler”, “umut ve din tüccarlığı/insan özellikleri/sosyal sınıflar”dır. Bir fazdan bir önceki faza geri dönmek mümkün müdür; evet kısmen mümkündür. Bunun için tek yapılması gereken, su kaynaklarına (yani ülkelere) besi maddeleri (yani emeksiz para, rüşvet ile ahlaki değerler, umut ve din tüccarlığı) boşalımını azaltmak, hatta sıfırlamaktır.
Durumlar ve Özellikleri
“Oligotrofik durum”; genellikle göreceli olarak düşük besi maddeleri konsantrasyonları, çok şeffaf bir su ortamı ve ortamda bereketli deniz çayırları ile karakterize edilir. Dünyada krater gölleri dışında, bu özellikte su kaynağı artık kalmamıştır. Ülkeler için de durum aynıdır: Güney Amerika’da İnkalar, Kuzey Amerika’da Kızılderililer, Avrupa’da Vikingler, Türkiye’de Likya ve Kaunos, Asya’da Oğuz Türkleri “oligotrofik faz” örnekleridir.
“Mezotrofik durum”; su ortamında biraz daha yüksek fitoplankton konsantrasyonu, su tabanında bentik makro alglerin mevcudiyeti, biraz daha artmış besi maddeleri konsantrasyonu ile karakterize edilir. Bu adımda; su içindeki ya vejatasyon ya da fitoplanktonlar tarafından hakimiyet kurulan dönüşümlü çevrimi gerçekleştirmek üzere, fitoplanktonlar ve onlarla beslenenler arasında karmaşık girişimler meydana gelir. Bu çevrimler göreceli olarak istikrarlıdır; ta ki bozucu etkiler, bentik etkin sistemden plankton hakimiyetine geçişe neden olarak, ekosistemin çeşitli bölümlerinin kendi kendine stabilizasyon kapasitelerini zorlayacak bir boyuta ulaşıncaya kadar. Dünya su kaynaklarının hemen hepsinde, “mezotrofik faz” yaşanmıştır, hatta bazılarında halen yaşanmaktadır. Yurdumuzda da, özellikle “Karadeniz Havzası” akarsularının menbalarında (şimdilerde HES’lerin inşa edildiği) ve “Köyceğiz-Dalyan Lagünü”nde “mezotrofik faz”da olunması sevindiricidir. Dünyada mezotrofik durumun 18. yüzyıl ortalarına, hatta “İkinci Dünya Savaşı” sonrasına kadar pek görüldüğü söylenemez. Çünkü bu dönemde; daha çok “ötrofik faz”da görülen “sadaka”, “rüşvet ile ahlaki değerler”, “umut ve din tüccarlığı”, “iktidar ve güç hırsı”nın yarattığı sürekli savaşlar, sınıf bilincinden yoksunluk, kölelik veya teba düzeni dünyaya hakim olmuştur. Ancak, Avrupa’da rönesans ve 16. yüzyıl sonrası bilimde gelişme, Rusya’da devrim, Türkiye’de ise Osmanlı’nın yükseliş yıllarında zaman zaman “mezotrofik faz”dan söz edilebilir. Bu “mezotrofik faz”ın uzun yıllar sürekli olarak yaşanmadan “ötrofik faz”a geçilmesi, kanımca bugün dünyamızda yaşanan krizlerin ana nedenidir.
Bataklık Durumu
Eğer su ortamında besi maddesi konsantrasyonu yeterince yükselmişse, ortam artık “ötrofik” olarak (dogmatik öğretilerle, dinsel simgelerle, uydurulmuş dini hurafelerle ve aydınlık, bilimsel ve çağdaş eğitimden yoksun bırakılmış, kandırılmış, ötekileştirilmiş yoksul halk yığınlarının siyasi ve ekonomik sömürüsüne dayalı batak ülke ortamı) göz önüne alınabilir. Bu ortamda, “fitoplankton toplulukları”nın üretimi ve biyokitlesi aşırı canlandırılmıştır ve bu nedenle su ortamı oldukça bulanıktır; kimse gerçekleri göremez. Hatta “fitoplankton kütlesi” öyle yoğunlaşmıştır ki, ışık artık su ortamının tabanına kadar ulaşamaz ve bu nedenle bentik vejatasyonun (ülkelerde aydın orta sınıf) gelişimi engellenir. Özellikle aşırı çoğalmış planktonların kitlesel ölümüyle üretilen organik maddenin bakterilerce (toplumu sömüren, rant düşkünü, cumhuriyet ve demokrasi düşmanları) ayrışmasından kaynaklanan oksijen tüketimi, su ve özellikle de sedimentte iyice artar ve artık ortamda anoksik (oksijensiz) periyotlar meydana gelmeye başlar. Sedimentteki anaerobik (havasız) koşullara uygun olarak, hidrojen sülfür gibi toksik gazların üretimi ve oksijen eksikliği, dipte yaşayan faunaya da zararlı etkiler yapar ve sisteme özellikle larva veya genç aşamalarda katılan ve esas olarak balık ve kabuklulardan oluşan türlerin yeni üyeleri (yani Gezi kuşağı) bu durumdan çok etkilenir. Eğer tüm bu koşullar daha da kötüleşmişse, “ötrofik” durumun ekstremi olan, “hipertrofi” başlamış demektir. Günümüzde dünyamızın ve yurdumuzun pek çok önemli su kaynağı (örneğin Baltık, Adriyatik ve Hazar denizleri, Marmara Denizi; Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Menderes nehirleri gibi) ötrofik durumda olup, bunların hipertrofik duruma geçmemesi için büyük çaba harcanmaktadır.
Toplumlar da Su Gibidir
Bir süredir yurdumuz Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri gibi, su ortamlarının “ötrofikasyon” tehdidinin aynısı bir tehdit altında kabus yaşıyordu. Neo-liberal küresel ekonominin ılımlı İslam (her ne demekse) temsilcileri, suya (yani yurdumuza) bilinçli olarak bol bol besi maddeleri (yani sadaka, rüşvet ile ahlaki değerler, umut ve din tüccarlığı) attılar, böylece suda planktonların aşırı çoğalmasını sağladılar. Bu plankton bolluğu içinde bakteriler coştu, suyun tüm oksijenini (Cumhuriyetin ve çağdaş bilimsel demokrasinin değerlerini, insan haklarını) tüketerek ürediler de ürediler ve sularımızı havasız bırakmaya giriştiler. O çağlayan sularımız (yani yurdumuz) tabanı çamurla kaplanmış, bulanık, kokuşmuş tam ötrofik bir ortama (antidemokratik, insan haklarının olmadığı bataklık ortamı) doğru hızla yol aldı. Tehlikenin farkına varıp, besi maddelerini suya atmayın deyip engellemeye çalışanları (demokrat, antiemperyalist, Atatürkçü aydınlar) da toprağa (Silivri zindanlarına) hapsettiler.
Ama hiç beklenmeyen bir şey oldu, Mustafa Kemal’in askerleri devreye girdiler, kıyılarda besi maddelerinin suya ulaşmasını engelleyen sulak alanlar (milli bayramlarımızda milyonların doldurduğu alanlar) kurmaya başladılar. Bu arada zaten suya besi maddesi atanlar da “Ben daha fazla besi maddesi atacağım, oluşacak bataklıktan ben daha çok yararlanacağım, bataklıkların efendisi ben olacağım” kavgasına tutuştular. Sonuçta, “ötrofikasyon”u durdurmak için beklediğimiz ortamı oluşturdular.
Aydınlarımızın tahliyesiyle umutlarımızın güçlendiği bugünlerin olağanüstü tarihi önemi nedeniyle, bu hafta yolculuğumuzu “ötrofikasyon”u anlatarak sürdürdük. Sanırım anlatabildik “ötrofikasyon” neymiş! Hoş geldiniz halkçı, demokrat aydınlarımız, hoş geldiniz! Artık Berkin’ler ölmesin, sizin öncülüğünüzde geri getireceğimiz “mezotrofik ortam”larda özgür ve mutlu yaşasınlar.
Aydınlık Gazetesi - 14.03.2014, Cuma
14.03.2014