26.09.2017 / İbrahim Ethem Gönenç - Köyceğiz
Yıl 2002, Köyceğiz’de ılık bir sonbahar akşamı. Göl kıyısında evimin terasındayım. Mutlu, mesut bahtiyar gün batımını izleyip, rakımı yudumluyor, bir yandan da kendimle konuşuyorum; “İşte yaptın Ethem! 15 yıldır gidip geldiğin, ekosistemini araştırdığın, uluslararası çalıştaylar düzenlediğin ve aşkla bağlandığın Köyceğiz’indesin artık. Güneşin ısıttığı kızgın topraklarında okaliptüs ağaçlarının piramitler gibi gökyüzüne tırmandığı, öbek öbek adacıkların yükseldiği, kuşların koylarında dans ettiği, derelerin serap misali gözlere tablo gibi işlendiği diyarlardasın” diyorum.
Mart ayında, emeklilik yoluyla üniversiteden ayrıldıktan sonra şirketimi ortaklara bırakıp, “oralarda yapabilir miyim, eşimden, dostumdan, alıştığım her şeyden uzakta yeni bir yaşama başlayabilir miyim?” gibi kemirgen sorulara da hiç mi hiç takılmadan, Eylül ayında yüzlerce kitabımla birlikte yaşamak istediğim yere, Köyceğiz’ime göçüvermiştim...
Köyceğiz’de güneş pırıl parlaktır, her yer bembeyaz lekesiz görünür, hayat gibi yanışı, eriyişi hissedilir güneşin. Güneş ışınları; gölün ılık sularında yıkanırcasına bedeninizi sarmalar, sizi içine alır, sevgili misali... Gün batımlarında, gökyüzünde alev alev yanan ışık süzmelerinin altındaki morların arasında, gecelemek için yuvalarına dönmekte olan kuşların gölgeleri görülür...
Mendilimin İçine Koyamadıklarım
Bakın şöyle anlatayım. Hani çok güzel bir şey yaşarken bunu en sevdiklerinizle paylaşmak istersiniz de paylaşamazsınız ya, hani lezzetli bir şey yerken boğazınızdan geçmediği için mendilinizin içine bir parçasını koyup onlara götürmek ister ama götüremezsiniz ya, işte öyle bir burukluk var benim de içimde. Çünkü sabahları penceremin önündeki süs havuzunda sırayla sabah banyosunu alan minik kuşları özenle mendilimin içine koyup saklayamıyorum. Çünkü geceleri terasımın pergolasına konup, bana “Hadi yat artık, geç oldu”, der gibi öten baykuşun sesini kaydedemiyorum. Çünkü muz ağacının, portakal çiçeklerinin, melissaların kokusunu bir şişeye koyup sevdiklerime gönderemiyorum. Ama ben ne kadar şanslıyım ki; doğanın insanı şaşkınlığa düşüren bu binbir çeşit mucizesini, cennet Köyceğiz’de an be an kendi kendime yaşıyor ve bunlara boğazım düğümlenerek tanık oluyorum.
Köyceğiz’de ilk günümde bahçeye çıkmış ve kulağımı toprağa dayayıp, doğayı dinlemiştim. Duyduğum ses buraya yerleşerek ne kadar doğru bir karar verdiğimi bir kez daha fısıldamıştı bana.
Diyeceğim o ki; günümüzde benim gibi uzun yıllar kentlerde yaşayan birçok insan doğal yaşamın hayalini kurar, ama pek çok koşulun yerine gelmesini beklediği için bir türlü bu hayalini gerçekleştiremez. Oysa doğada yaşamayı istemek sadece bir tercih meselesidir, ancak arınma süreci gerektiren bir tercih bu... Bunun bir bedeli oluyor, ama inanın buna değiyor!
Ben “hayatta yaşanası başka güzellikler var” diyerek, üniversiteden daha 51 yaşında ayrılıp, adeta Anka kuşları gibi küllerimden yeniden doğmuştum zaten. Köyceğiz’e göçerek bir daha yapmalıydım bunu. İşte yaptım da!
Haydi, rastgele bana!
Aydınlık Gazetesi - 26.09.2017, Salı
26.09.2017