18.02.2017 / Buket Aşçı Gürel - Kuyudan Çıkan İnsanlık...
Sondaj kuyusuna düşen yavru köpek için herkes seferber oldu... Köpeğin kurtulduğu haberi ile birçok evden bir “oley” sesi yükseldi...
Sosyal medyanın hayatımızda birçok değişiklik yarattığı kesin. En büyük değişiklik ise hayvanlara bakış açımızda oldu. Hatta bu konuda gizli bir devrim bile yaşandığı söylenebilir. Öyle ya, çok değil on-onbeş yıl önce sokakta köpek dolaştıranlar “tiki”ydi. Hasta bir köpek için üzülsek “onca insan ölürken” diye söze başlanırdı. Sokak hayvanlarına ise zaten kimsenin dönüp baktığı yoktu. Köpeklere, kedilere yaz-kış yemek getiren kadınlara deli gözüyle bakılır, hani neredeyse onları gördüğümüzde çocuklarımızı saklardık. Kedilerin kuyruklarına konserve kutusu bağlanması, köpeklere eziyet edilmesi haber bile değildi. Biz insandık, üstündük, hakkımızdı, yapardık.
Hepimiz Mutlu Olduk
Sonra kedi videolarıyla tanıştık. Aman tanrım, neydi o görüntüler. Bu nasıl bir sevimlilik, cazibeydi. Köpeklerin sadakatini, sevgisini anlatan videolar ise hepten kalbimizden vuruyordu. Onlardaki ahde vefa bize insanlık öğretiyordu sanki. Çocuklarla, hele hele bebeklerle hayvanların ilişkisi ise sanki İngiliz anahtarıyla kilitliyordu bizi. Üstelik büyük bir önyargıyı da kırıyordu. Hayvanların çocuklar için bir tehlike değil aksine harika bir dost, kardeş olabileceğini gösteriyordu.
Sonunda öyle bir hale geldik ki, güne kedi-köpek-papağan-panda videosu izlemeden başlayamaz olduk. Artık yaz-kış kapılarımızın, pencerelerimizin önüne bir kap su ve yiyecek bırakır olmuştuk. Restoranlarda artan yemekleri “köpeğimiz için paketler misiniz” dediğimizde garsonların yüzündeki küçümsemenin yerini de artık gülümseme almıştı. Hatta “Tombili”nin heykelini bile diktik ve öyle sevdik ki onu çalanlar bile heykeli geri getirmek zorunda hissettiler kendilerini.
Ama, hiçbiri “Kuyu” kadar bizi mutlu etmedi. 70 metrelik bir sondaj kuyusuna düşen yavru köpek için belediye çalışanları, öğrenciler, halk adeta seferber oldu. Tüm gelişmeleri adım adım “Twitter”dan takip ettik ki, köpeğin kurtulduğu tweet atıldığında birçok evden bir “oley” sesi yükseldi.
Eminim ki, böyle bir olay daha önce yaşansa o köpek orada kalırdı. Belki birkaç gün uğraşılır, sonra da “elden gelen bu kadar” denirdi. Ya da birçok kişi, “memleketin onca derdi, belediyenin işi gücü varken bir köpekle mi uğraşıyoruz” derdi. Ama bu kez denmedi. Hem de her gün ölüm haberlerinin geldiği, memleketin en gergin olduğu dönemde demedik bunu.
Bu Adı Neden Çok Sevdim?
Yavru kangala “Kuyu” adının verilmesini bazıları ilk bakışta itici bulmuş olabilir. Ama ben çok sevdim. Evet, kuyu bizim kültürümüzde ve edebiyatımızda ürkütücü bir metafordur. Yusuf peygamber kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştır. Şems’in de yıllar sonra öldürüldükten sonra bir kuyuya atıldığı ortaya çıkar. Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” romanı rakibi tarafından öldürülen bir nakkaşın kuyuya atılmasıyla başlar, “Kırmızı Saçlı Kadın” romanında ise kahramanımız ustasını kuyuda bırakıp kaçar.
Ama tüm bunların ötesinde kuyu bir nehrin, derenin, gölün olmadığı yerlerde su bulmak için kazılır.
Kuyu su, yani hayat kaynağıdır. Bu yüzden dört bir yanımızı ölüm ve gelecek kaygılarının sardığı bu kuraklıkta büyük bir mücadeleyle kuyudan çıkarılan yavru kangala “Kuyu” adı verilmesi ince bir zarafetin örneği. Çünkü bu kuyudan sadece yavru bir kangalı değil derinlerde sakladığımız insanlığımızı da çıkardık.
Gazete Vatan - 18.02.2017, Cumartesi
18.02.2017