16.06.2014 / Müge İplikçi - Karne...
Karneler alındı, eğitime ara verildi.
Ben, her şeye rağmen Cemal Süreya’nın o dediği iskelede martılara bakarak heyecanla bekliyor, bekliyorum: “Kuşlar pekiyi!”
Derken beklediğim motor yanaşıyor bulunduğum durağa. Motora biniyorum. Kısa bir süre sonra o da! Pako. Sanki kırk yıllık tanıdığız. Bakıyorum da keyfi yerinde. Heybeliada aktarmalı Büyükada’ya giden bir motordayız. Tesadüfen karşılaştık. Sahipleriyle çok mutlu bir köpek Pako. Arada gözleri “pekiyi” kuşlara takılıyor. Benimkiler de ona. Pako’nun hali ortada. Hal ve gidişten yıldızlı pekiyi.
Motorda öğrenciler de var. Onların da gözü Pako’da. Yaşları büyük olanlar kadar küçük olanlar da. Tüllü elbiseleriyle bir müsamere dönüşü yorgunluğunda kimi. Kiminde bir süzgünlük. Daha büyük yaşta olanlarında bir hüzün. Esasen dalgaları biçen motorun içinde hepsi bir başka havada. O sırada çaycı geliyor. Taze çay diyor ama çaylar kendilerinden geçeli en az iki saat olmuş. Tostlar desen, onlarda da bir yorgunluk bir yorgunluk... Yine de çaysız Ada yolculuğu olmaz. Olduğu zamansa onun adı deniz yolculuğu olmaz. Elimiz mahkum: Yiyoruz, içiyoruz. Öyle. Arada düşünüyoruz da: Biz orta yaşlıları da içine kattığımızda, iki çay, bir tost hesabından belki bir “orta” çıkar çıkarsa. Çıkar mı? Hep birlikte dışardan birileri bizi görse orta bile vermez ya o da ayrı konu. Keyfi kaçık bir toplumuz biz, keyfi kaçık... Velhasıl Pako’ya, gençliğe, Ada’ya rağmen, “Hayat Bilgisi”, orta...
“Heybeliada”dan “Büyükada”ya Doğru
Motor “Heybeliada”ya yanaşır yanaşmaz bir grup inse de yenileri hemen biniyor, boş yerler doluveriyor. Artarak sayısı büyüyen insanlarız. Çin gibi, Çin kadar kalabalığız motorda. Belki de çok daha fazlası. Sahi kaç insan taşıyoruz her birimiz kendi içimizde?
Haydi hayal gücü devreye girsin bakalım (bunun notunu, okullarda hayal gücü, yaratıcılık, özgünlük gibi dersler olmadığına göre ‘Beden Eğitimi’ne filan vereceğiz artık): Bu anlamda her insan bir ada, bir yarımada, bir ülke, hatta bir kıta olarak bile düşünülebilir. Sahi her insanda kaç bin hayal vardır, kaç bin özlem, tutku, nefret, hırs? Bir insan aslında kaç insan eder? Kimyamız, fiziğimiz, biyolojimiz, tarihimiz, coğrafyamız ve dilbilgimizle motorda kaç kişiyiz? Çarp, böl, topla, off, çok zor. Soru sabit, bekliyor: Motorda kaç kişiyiz?
(Ne bileyim! Ah, yerlerde sürünen matematiğimiz.)
O sırada kahkahalar yükseliyor motorun ortalarına doğru. Şen kahkahaların kadınları bunlar. (Anacığım, ‘Hayat Bilgisi’ notu verildiği sıralarda nerelerdeydiniz?) “Aman boşver” diyor biri. Diğeri dalgalı saçlarını düzeltiyor, saçları yine karışıyor. Ötekisi onların fotoğrafını çekiyor. Rüzgar esiyor. Martılar. Kuşlar. Çaylar. Hadi, bayat tostlar da. O zaman sormak elzem oluyor. Peki ya “Sağlık Bilgisi”? Şüphesiz ki pekiyi!
Tersi durumlarda, yani insanın sınırlı bir varlık olduğunun sürekli hatırlatıldığı, ondaki gizil gücü sürekli aşağı çekmeye hevesli yapıların hüküm sürdüğü durumlarda ise tam tersi oluyor. Şu sinirli sinirli kadınlara bakan yaşlı çifte ne demeli? İşte o zaman, insan canlı, sınırsız, bereketli, mucizelerle dolu kadim bir toprak olma vaadinden durgun bir bataklığa dönüşebiliyor böyle. Ve çoğunlukla kendi kaderini yaratamamanın biçareliğinde hep başkalarını suçluyor. Bereket kadınlar bu yaşlı çifte hiç aldırmayıp gülmeye devam ediyor.
Önümüzden adalar geçerken böyle.
***
Eğitime ara verildiği yalan; her şey devam ediyor yaşam okulunda. Anlamlı olan da böylesi zaten.
Ben mi?
Liseden arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorum. Bugünlük ciddiyetten muafım!
Gazete Vatan - 16.06.2014, Pazartesi
16.06.2014