02.10.2017 / Erkan Rehber - Türkiye’de Tarımın Halleri
“Hal” kelimesinin karşılığı olarak “Türk Dil Kurumu”nca biri köy adı olmak üzere 21 anlam verilmektedir. Hal köyü, Atatürk’ün “azığı bol il” anlamında “Elazık” ismini verdiği ve daha sonra adı Elazığ olan ilimize bağlıdır. Bu köyümüzün de kısa zamanda mahalleye dönüştürülerek, tarım açısından olumsuzluklar yaşamaması (yani azık vermeye devam etmesi) isteğimizi dile getirelim. Tarımın tüm hallerini yazmaya kalksak kitaplara sığmaz. Burada tarımın bazı güncel hallerine ve genel gidişine değinmeye çalıştık.
Haller
Tarımda hal deyince ilk akla gelen yaş meyve ve sebzelerin toptan satışının gerçekleştiği yapılar akla gelir. Belki de Türkiye’de üzerinde en çok değişiklik yapılan yasa ve yönetmelikler halle ilgilidir. Yaş meyve sebze fiyatları dibe vurup köylü yola döktüğünde veya fiyatlar bir nedenle yükseldiğinde hemen akla hal yasasını değiştirmek gelir. Yasa değişir ama sistem ve işleyiş değişmez. Tarımsal üretimle önemli ölçüde “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” (GTHB) ilgili iken, ürünlerin yaşının da kurusunun da pazarlamasıyla ilgili bakanlık “Gümrük ve Ticaret Bakanlığı”dır (GTB). Nitekim son günlerde “GT” Bakanımız yeni hal düzenlemesinin sinyallerini vermiştir. Artık hallerde sebze ve meyve yanında tavuk, et ve balık gibi gıda ürünlerinin de satılacağı belirtilmiştir. Ülkedeki 176 halden 100’ünün hal kapsamından çıkarılarak toplama merkezi olacağı, bu şekilde maliyetlerin düşeceği iddia edilmiştir. Gerçekte, yaş meyve sebzelerin toptan pazarlamasında, üretici örgütleri dışında kalanların tamamının tüccar olma zorunluluğu getirilip, tüm üretim ve pazarlama her aşamasıyla kayıt altına alınmadan gerçek çözüme ulaşılamaz.
İkinci konumuz “GTH” Bakanımızın üzüm suyunu yeni bir buluş gibi tanıtarak ikinci milli içki olarak ilan etmesi garip halidir. Sayın Bakanımıza, kuruluşu 1942’ye dayanan ve 1958’de tam olarak faaliyete geçen “Üzüm ve Mamulleri Tarım Satış Kooperatifleri Birliği”nin (TASKOBİRLİK) olduğu ve bu birliğin başarılı üretimleri yanında 1970’lerde üzüm suyunu Türkiye ölçeğinde pazarlamayı başardığı hatırlatılabilirdi. Maalesef bunun gibi büyük emek ve umutlarla kurulan ve devirlerinde ilgili ürün piyasalarının düzenleyicisi konumundaki birçok tarım satış kooperatifi birliği ya faaliyetini durdurmuş ya da etkinsiz hale getirilmiştir. Nitekim, günümüzde “TASKOBİRLİK” kapanmış durumdadır. Sadece adı elma ve üzüm sirkesi üretimi ile yaşamaktadır.
Son olarak fındığın halini dile getirerek konuyu bağlayalım. Ağaç kesmenin çözüm olmadığını ve bu çerçevede ne yapılması gerektiğini yazmıştık. Önerimize sahip çıkmasını beklediğimiz, üreticiler hala yüksek fiyat diyor. Konuyu gündeme taşıması beklenen muhalefet ise “fındık yürüyüşü” ile konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Savımızı yenileyelim. Devletin üreticinin isteğini yerine getirerek fındığın tümünü 15TL/kg’dan aldığını kabul edelim. Bu sadece yıllık bir çözüm olmayacak mı? Oluşan tekelin gelecek yıl fındık için bu yılın da altında bir fiyat sunmayacağının garantisi ne olacak? Muhalefetin “FİSKOBİRLİK”i güçlendirme önerisi önemli. Ancak emtia borsasının savunulması anlaşılır gibi değildir. Muhalefetin son derece bilgili tarım ekonomisti danışmanları var. Bu yapıların üretici lehine çalışan kurumlar olmadığı sayın başkana anlatılmalıdır. Modern lisanslı depo birliğin malı olmalı ve üreticilerce kullanılmalıdır. Fındığı kağıda bağlayıp, spekülatörlerin hareket alanının daha da genişletilmesinin üreticiye ne yararı olabilir? Çiftçiye, sorununuza sahip çıkın önerisi uyarınca muhalefetin görevi, çiftçinin tabandan yukarı, güçlü bir kitle örgütü olmasını sağlayacak yeni bir “Ziraat Odası Yasası”nı gündeme taşımak olmalıdır.
Gidiş
Türkiye’de yaşanan yüksek enflasyonu, gıda fiyatlarının artışına bağlayarak yapısal sorunlara eğilmek yerine, ithalatla tarımı terbiye etme yolu tercih edilmektedir. 1980’lerde dayatılmaya başlanan liberalleşme ve özelleştirme anlayışı tarımda ticaret ve sanayi kesiminin ağırlığını daha da artırmıştır. Tamamen dışa açık bir yapıya dönüştürülen tarımda, kerameti kendinden menkul konsey, kurul, kurum, komite gibi hükümet güdümündeki oluşumlarla, sanayici ve ticaret sınıfı sektörde hakim duruma geçmiştir. Bu sınıf çiftçiye göre daha iyi örgütlenmiş olup, tarım politikalarının saptanmasında ana rolü oynamaktadır. Onlar açısından tarımsal üretimin yerel olması fazla önemli olmayıp, önemli olan olabildiğince ucuz ve nitelikli girdi bulabilmektir. Bunun için de temel politikalar ölçeğin büyütülmesi ve ithalattır. Ne yazık ki bu politikalar da küçük işletmelerin dışlanmasına yol açarak üretimin azalmasına yol açmaktadır. Türkiye tarım açısından olağanüstü uygun niteliklere sahip iken, gıda egemenliğini kaybetme aşamasına gelmiştir. Gıda konusunda oldukça yeni sayılabilecek bu kavram Türkiye’de iyi anlaşılmamıştır. Gıda güvenliğini, “param var istediğim gıdayı alabilirim” şeklinde anlayan bir kesim vardır. Buna maalesef bazı akademisyenler de dahildir. Oysa gıda egemenliğinde temel hedef dışa bağımlı olmamaktır.
Sonuç; hal ve gidiş: Tümüyle ümitsiz olup, zayıf vermeyelim; yetersiz.
Aydınlık Gazetesi - 02.10.2017, Pazartesi
02.10.2017