02.12.2019 / Çiğdem Toker - Kanal İstanbul ya da Kasten Şehir Cinayeti
………………………………………
İktidar çevresel bir yıkımla sonuçlanacak, coğrafyayı, iklimi, denizleri alt üst edecek ve büyük deprem riski altındaki İstanbul’u mahvedeceği şimdiden belli “Kanal İstanbul” için ise 75 milyar TL büyüklüğünde bir ihale açmaya hazırlanıyor.
İri Kıyım Emlak Projesi
Gazete, TV görünümlü propaganda aygıtları aracılığıyla halka başka masallar anlatsalar da “Kanal İstanbul”, ekonomide sıkışan iktidarın, küresel sermayeyi ve Arap ülkelerini katacağı, kuşakların gelecek ekonomik refahını rehin alacak iri kıyım bir emlak projesidir.
Ne olacak? 45 kilometre uzunluğunda, 21 metre derinliğinde bir kanal açılacak. Kanal Küçükçekmece, Avcılar, Arnavutköy ve Başakşehir ilçelerinden geçecek. 7 yılda bitecek kanal için dört yıl kazı yapılacak. 1 milyar 155 milyon 668 bin metreküp hafriyat çıkacak. Çıkan hafriyatla adacıklar yapılacak. Kanalın 18.5 kilometrelik uzunluğunun Sazlıdere ve Küçükçekmece’den geçeceği belirtiliyor.
Evet, susuzluk tehlikesinin kapıda olduğu söylenirken…
Ve kimin parasıyla? Başlangıçta yine “Beş kuruşlar çıkmayacak” lafları uçuşacak olmasına rağmen tabii bizim.
Bakmayın siz “Kamu-Özel İşbirliği” (KÖİ) modeliyle yapılacak denilmesine. Bakmayın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Kanal İstanbul’a kazmayı vurduğumuz zaman dünyada denizcilik ve ulaşım bakımından tarih değişecek dönüm noktası olacak” dediğine.
Depreme Sözünüz Var mı
“KÖİ”, kamu kelimesinin aldatmacadan ibaret olduğu yüzyılın iflas modelidir. Hal böyleyken, İstanbul’u alt üst edecek bir inşaat projesinin “KÖİ” modeliyle yapılması olsa olsa yıkımın dönüm noktası olacaktır.
Aklımızın alamayacağı kadar çok olumsuzluk üretecek bu proje için Bakan Çavuşoğlu ve savunan bütün çok yetkili insanlar önce şu sorunun cevabını versin:
“Dört yıl boyunca devam edecek kazı sırasında beklenen büyük depreme karşı nasıl bir hazırlık geliştirdiniz?”
Ölüm Saçmayı Savunmak
Türkiye’deki termik santrallere baca gazı arıtma tesisi kurmaları için 2.5 yıl daha süre tanındı biliyorsunuz. Bu, 2.5 yıl daha havayı, suyu, toprağı kirletme izni anlamına geliyor. Birçoğu eski olan, hatta hurda diye anılan bu santrallere, filtrelerin çoktan, yıllar önce takılmış olması gerekiyordu. Ancak iktidar şirketleri, şirketler de iktidarı çok sevdiği için sık sık anlaşma yoluna gittiler. Çünkü filtre takmak, arıtma tesisi kurmak hem şirket kasasından çıkacak bir yatırım maliyeti demekti. Hem de o tesisi kurarken, santralin üretim faaliyetine bir müddet ara vermesi gerekiyor.
Peki bu ne demekti? Üretilen elektriğe alım garantisi veren devletin ödeyeceği paradan o süre kadar yoksun kalmak demek.
Medyayı Kullanmayın
Ama eğer gazetecilik faaliyetlerini, sermaye şirketlerinin çok sevdiği iktidar kontrol ediyorsa, çok izlenen bir TV kanalının sahipliği kamu bankası kredisiyle, talimatla devredilmiş ve iktidar-sermaye egemenliğinde yeni bir level atlanmışsa; şirket olarak kardan mahrum kalacağınız gerçeğinin çarpıtılmasını sağlayabilirdiniz. Nitekim öyle yapıldı. Biz de halkın sağlığını hiçe sayan bu tutuma karşılık, filtre takmamak için yasa çıkarttırma gücüne sahip görünen şirketler ile santralleri bir daha paylaşıyoruz:
Sivas Kangal, Manisa Soma B: Konya Şeker (Torku’nun da sahibi olan Anadolu Birlik Holding)
Muğla Yeniköy ve Kemerköy: IC-Limak,
Zonguldak Çatalağzı: Bereket Enerji,
Afşin-Elbistan A, Kütahya Tunçbilek, Seyitömer: Çelikler Enerji,
Çayırhan: Park Teknik,
Karabük Demir Çelik: Kardemir, Soma A,
Çanakkale Çan: EÜAŞ.
Bu santrallerden ve işleten şirketlerden, doğrudan sorumluluk alarak halkı aydınlatan açıklamalar yapmalarını bekliyoruz.
“Biz elektrik üretirken halkın sağlığına zarar veren bir faaliyet içinde değiliz” diyemiyorlarsa da medyayı indirekt kullanmaktan vazgeçsinler.
Sözcü Gazetesi - 02.12.2019, Pazartesi
02.12.2019