07.09.2017 / Mecit Ünal - Beyazlatıcı
“Beyazın da beyazı var, adı ... beyazı”...
Bu reklam sloganı şehrin en ücra yerlerine dek yayıldığında merdaneli çamaşır makinaları piyasaya henüz çıkmaya başlamıştı. İstanbul bugünkü haliyle karşılaştırılamaz bir sakinlik, sessizlik ve temizlik içindeydi. Şu günlerde çok tartışılan “silueti”, tıpkı tarihi logosundaki gibiydi İstanbul’un. En yüksek binaları Okmeydanı’nda, Darülaceze’nin yanı başındaki şimdi şehrin gürültüsü arasında kaybolmuş iki blok ile Levent’te, üzerinde “puro-fay-pop” yazan ve sürekli dönen bir kürenin bulunduğu çok katlı birkaç bina idi.
Sonra “bütün renkler kirleniyordu / birinciliği beyaza verdiler” (Özdemir Asaf).
Pisiz!
Beyazı daha da beyazlatmak, bembeyazlatmak için enva-i çeşit beyazlatıcı çıktı. Her biri diğerinden daha, daha ve daha fazla beyazlatan bu beyazlatıcılarla birlikte beyaz daha da kirlendi. “Kirlenmek güzeldir” reklam sloganına bu yanından bakarsak, beyaz (çamaşır)la birlikte toplumun da kirlendiğini görürüz. İstanbul başta olmak üzere şehirlerimizin, kasaba ve köylerimizin sokakları, şehirler arası yollar, kıyılarımız çöpten; pet şişeden, poşetten, kola kutusundan, bira kutusundan geçilmiyorsa temizlik konusu, çözülmesi gereken en acil sorunlardan biri demektir.
Temizlik sözcüğünü kullanarak yumuşatıyoruz aslında, sorun pislik sorunudur. Pisiz!
En İyi Beyazlatıcı
Görsel, işitsel, dilsel, tatsal ve dokunsal olarak da pisiz. Şehirlerimizin gürültüsü kulaklarımızı sağırlaştırırken dilimizin kirliliği, iletişimimiz yanında ahlakımızı da etkiliyor. Fastfood yiyecekler ağzımızın tadını bozdu; kötü müzik, dinleme zevkimizi öldürdü, gizli ve açık çeşit çeşit taciz ise dokunma duyumuzu köreltti.
Bir de yerden mantar gibi biten gökdelenler, plazalar var, inşaat sahaları yüzünden insan ne yana gideceğini şaşırıyor İstanbul’da. O gökdelenler ki -mimarlarının estetik zevksizliklerinde kuşkuya yer yok- göğe ne kadar yaklaşırlarsa o denli rant üretiyor olmalılar ki, birbirleriyle yarış halinde bir başka kirlilik abideleri.
Kirlilik toplumsal-siyasal bir olguysa, düzenin buna ilişkin çözümü hazır: beyazlatıcı! En iyi beyazlatıcı ise hemen her zaman “merkez medya”dır. Kapkara kazanı atın bu medyaya, pırıl pırıl “ilk günkü” gibi çıksın öbür taraftan.
Mış, Muş…
“Narmanlı Han”ın restorasyonu getirdi aklıma bunları. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın “kapılarını ilk defa O’nun için açtırdığı” Ertuğrul Özkök’ün “Hürriyet”te yazdıklarına inanılacak olursa, “İçeride bambaşka bir dünya oluşmuş. Güzel bir restorasyon uygulanmış. İç fasadın renkleri çok güzel olmuş. İçeride çok güzel restoran mekanları yaratılmış. Belli ki avlu büyük bir canlılık yaşayacak”mış, muş, mişşş. Bütün bu mış muş’a karşın o güzelim akasya ağaçları, o mor salkımlar kesilmiş, o tarihi avluya beton dökülmüş. Restorasyonuna milyon dolarlar harcanan “Narmanlı Han”ın 200 yıllık tarihinden, Tanpınar’ın, “Huzur”u yazdığı pencereleri gazete kağıtlarıyla kaplı odadan, Bedri Rahmi’den, Aliye Berger’den, hanın kedilerinden de elbet, geriye hiçbir şey bırakılmamış. Hanın eski halini bilenlerin yenisini görünce çok şaşıracakları kesin de Ertuğrul Özkök’ün “İstiklal Caddesi”nde tek bir ağaç komayan “Beyoğlu Belediye”sinin bu çirkinlik abidesini güzellemek için bula bula pencerelere sürülmüş “Osmanlı yeşili”ni bulmasına ne demeli bilemedim.
Özkök’ün yazısında hanın yeni halini gösteren fotoğrafla eski fotoğrafları arasında öyle bir fark var ki tek bir söz bile fazla...
Hayat!
Yeni handa hayat yok!
Aydınlık Gazetesi - 07.09.2017, Perşembe
07.09.2017