10.09.2015 / Mecit Ünal - Mahir Çayan Şavşat’ta Nasıl Yolumuzu Kesti?
Akşamın alacakaranlığında arkada bıraktığımız Artvin’in “Cerattepe” üzerinde söz birliği eden sessizliği dağlara tırmanmaya başlayıncaya kadar bırakmadı peşimizi. Sonra Artvin’in bar havaları takıldı arkamıza. “Ata Barı”, “Çeçen Kızı”, “Sasa Horonu”. Ali kaptanın direksiyonuyla birlikte müziğin direksiyonu da ağır bar havasıyla Şavşat’a dönecek ve bir başka sessizliğin daha sözbirliği içinde olduğunu göreceğiz Doğu Karadeniz’de; dağların sessizliğinin:
“Çift jandarma geliyor kaymakam konağından
Fiske vursam kan damlar mı o yarin yanağından...”
Jandarmalar hep çift gezer buralarda da ondan...
Yayla Ferahlığı
Tek türküyle meşhur kasabalardan biri de Şavşat. Yalnız Şavşat’ın gözleri ela değil, gök. Ve ince uzun karaçamlara benziyor burada insanlar. Yanık, kavruk insanlar; gözlerinizin içine bakıyorlar konuşurken, güleçler, gök gözlüler, tok gözlüler, evleri de gönülleri de sıcak ve Gürcü. Dağlara yukarı çıktıkça evlerin ve gönüllerin sıcaklığı çoğalıyor-yoğalıyor, geniş, yeşil ve yüce bir yayla ferahlığı ediniyor. Yükseldikçe genişliyor ferahlık. Yükseldikçe kesiliyor ormanların gümbürtüsü, yerini yalnız başlarına akan yayla sularının şırıltısına bırakıyor. Yükseldikçe yalnızlık kader olmaktan çıkıyor. Yükseldikçe anlıyoruz ki yalnızlık birlikte yaşama biçimidir buralarda. Yiğitliktir. İnsanıyla, hayvanıyla, börtüsüyle, böceğiyle...
Böyle bir yalnızlığın, bu ölçüde bir ferahlığın içine kim gömülüp kalmak istemez!
Ferahlığın, yalnızlığın değil ama, anlatılanlara göre, yiğitliğin gölgesine saklanan çok olmuştur bu dağlarda. En tazesi “12 Eylül Dönemi”nde yaşananlar... “12 Eylül” öncesinin Şavşat’ı ile şimdiki Şavşat arasında dağlar kadar fark var! Yakın zamanda çekilen bir sinema filminde anlatılıyor “12 Eylül”de Şavşat’ta olan biten...
Kimsesiz Olan Yalnızca İnsan
Yaylalardan yaylalara -“Arsiyan”dan “Yalnız Çam”a, “Lekoban”dan “İndasvinda” geçidiyle “Maçahel”e- geçerken ıssız sözcüğünün anlamı da böylece gündelik dildeki anlamından bambaşka bir anlam kazandı imgelemimde. Issız yer deriz, ıssız ev deriz, ıpıssız deriz ya hani söz gelimi. Yanlış bence. Issız dediğimiz her şey ıslı aslında. Issız dediğimiz yer kendi kendisinin sahibi. Issız sandığımız evin sahibi yine kendisi. Dağlar, yılın altı ayı metrelerce karın altında yatan yaylalar, geniş, ferah, yüksek yayla evleri ıssız değil, dağ başlarında yalnız bırakılmış telgraf direkleri -ki şimdi telgrafı da internet üzerinden yolluyorlar- yalnız değil, kimsesiz değil. Kimsesiz olan yalnızca insandır; kimsesiz bırakmayı öğrendiği ve kimsesiz bırakılmaya boyun eğdiği için.
Mahir Çayan’ın Resmi
Şelalesini görmeye gittiğimiz yukarıdaki yaylalardan yörenin görülmeye değer köylerinden birine iniyoruz aramızda konuşaraktan, ağır ağır ilerliyor gün. Köyün tüm evleri ahşaptan. Kalın direkler üzerine yamaçlara kurulmuş, şimdinin malzemesi ve teknolojisiyle yapılamayacak, göründüklerinden çok daha büyük oldukları ancak yaklaştıkça anlaşılabilen yapılar bunlar. Yaklaştıkça ayrıntılar, elle yontulmuş kolonların kirişlerin kalınlığı, pencerelerin kapıların sadeliği... ama, aaaaaa!!!
Hayır, “bir çiçek yolumu kesti” gibi bir durum değil bu, her adımınızda yolunuzu kesen birçok çiçek var buralarda, bu öyle bir şey değil. Birden gözünüze vuran bir ışık gibi, “çınnnn” diye bir ses gibi, hatta bundan çok daha büyük bir sessizlik gibi birden, evlerden birinin saçağının altına tahta üzerine yakılarak yapılmış Mahir Çayan’ın resmi! Herkese gösteriyorum. “Bakın, bakın” diyorum, “Bir çiçek değil, Mahir Çayan yolumuzu kesti.” Hepimiz tek bir göz olup bakıyoruz. “Che Guevara olacak değil ya” diyor biri, olması gereken bu! Kim dedi diye bakıyorum çevreme.
“Kim dedi?”
Aydınlık Gazetesi - 10.09.2015, Perşembe
10.09.2015