08.04.2014 / Tülin Uygur - Sömürgeciler Uruguay'da Yerli Bırakmadı
Lima, Cusco, Machu Picchu, Titikaka, La Paz, Santa Cruz, Buenos Aires derken geldik bugüne... Sıradaki Uruguay, Arjantin ve Brezilya şehirlerini gezdikten sonra “Hoşçakal Güney Amerika” diyeceğiz.
Colonia del Sacramento, Rio del Plata (Gümüş Nehir) kıyısının kuzeyindeki küçük bir şehir. Uruguay’a ait. Buenos Aires limanından feribotla günübirlik gidilebiliyor, biz de öyle yaptık. Üstelik turist olarak bir ilk yaşadık. Feribota girerken beyaz galoşlar giymemiz istendi ve yolculuk boyunca da çıkaramadık! Yağmur çamur yoktu, feribotun halılarını mı korudular yoksa Arjantin mikroplarına karşı bir önlem miydi anlamadık!
Paylaşılamayan Kıyılar
Colonia del Sacramento’nun tarihi şehir kısmında Portekiz etkisi hakim. Zaten Güney Amerika’nın doğu kıyılarında İspanyol ve Portekiz sömürgeciler arasında kıyasıya bir mücadele olmuş. Uruguay ve Paraná nehirlerinin birleşerek “Atlantik Okyanusu”na ulaştığı Rio de la Plata (Gümüş Nehir) özellikle başkent Montevideo’da öyle geniş bir nehir ağzı oluşturuyor ki, deniz zannettik. Zaten yerli dilinde de Paranavasu, deniz gibi büyük nehir demekmiş. İşte bu nehir ağzının güney sahillerine İspanyollar 1536 yılında ayak basarak Buenos Aires şehrini kurmuşlar. 1680 yılında ise Portekizliler karşı kıyılara çıkıp Colonia del Sacramento’yu kurmuşlar. İki sömürgeci güç arasındaki egemenlik kavgası yüzyıllarca sürmüş, tabii bu arada iki tarafta yerli halkları katletmeyi ve Hıristiyanlaştırmayı ihmal etmemiş. Uruguay’da neredeyse hiç yerli kalmamış!
Keyifle Gezilen Tarihi Şehir
Colonia del Sacramento’nun tarihi şehir merkezine girişindeki Portón de Campo denilen yukardan açılan bir asma köprülü kapı halen duruyor. Dev bir ağacın etrafındaki meydanın bir köşesindeki kilise (Basilica del Santisimo Sacramento), 1680’de yapılan ilk kilisenin savaşlardan nasibi alıp defalarca yıkılması üzerine yeniden inşa edilmiş, 1976’da son tadilat yapılmış. Burada bir de Portekiz müzesi var. Belediye binası da aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Tarihi şehir duvarları, taş sokakları, taş evleri, renkli küçük köy evleri ve sarı sokak lambalarıyla keyifle dolaşılacak bir şehir. Yolda terk edilmiş gibi duran eski arabalar, bisikletler çiçeklerle bezenmiş ve ortamın hoşluğunu artırıyor. Colonia del Sacramento kolonyal mimarinin en güzel örneklerinden biri olarak korunuyor. 1990 yılından bu yana da “Unesco”nun “Dünya Mirası Listesi”nde. Buenos Aires’e dönüş feribotuna Montevideo’dan bindik. Bir sonraki durağımız ise “Iguazu Şelaleleri”.
Büyük Su İguazu
Arjantin-Paraguay-Brezilya sınırını oluşturan Iguazu ve Parana nehirlerinin kesiştiği yerde 200 bin yıl önce oluşan irili ufaklı tam 275 şelale, 2700 metre ulaşan genişliği ve 60 ila 82 metreden müthiş bir çağıltıyla dökülen sularıyla büyüleyici bir görüntü sunuyor. Guarani dilinde Iguazu büyük su demek. Gerçekten de büyük su! Turist rehberleri büyük bir zevkle bu şelaleleri gören Eleanor Roosvelt’in “Zavallı Niagara” dediğini anlatıyor. İspanyolca İguazu, Portekizce İguaçu olarak bilinen şelalelerin etrafı yağmur ormanlarıyla çevrili. Bölge Arjantin ve Brezilya tarafından milli park olarak koruma altına alınmış durumda ve iki ülke tarafından birlikte korunuyor. Milli parklar 1984 ve 1987 yıllarında “Unesco Dünya Mirası Listesi”ne alınmış. Her iki ülke tarafından da görülen şelalelere Brezilya tarafında Foz do Iguaçu, Arjantin’de ise Puerto Iguazu kasabasından ulaşılıyor.
Şelaleler Arasında Gezmek...
Milli park ve şelaleler arasında gezinmek müthiş bir keyif ve deneyim. Bu nedenle olsa gerek ziyaretçi dolup taşıyor. Tropikal iklime çok yakın iklimi nedeniyle zengin bir bitki örtüsü var. Brezilya tarafında şelalelerin manzarası daha güzel izleniyor. Arjantin tarafında ise daha fazla yürüyüş yolları, seyir terasları yapılmış. Ormanın ve türlü canlının arasından patika yollardan geçerek ulaştığımız şelaleleri böylece en güzel göründüğü yerlerden seyredebiliyoruz. Trenler ve kamyonlarla milli parkta gezdirilen ziyaretçilerin bazı şelalelerin daha yakınına kadar gidilebilmesi sağlanıyor. Şelaleye doğru akan nehirde küçük botlarda gezinti yaparken “eyvah ya bir aksilik olursa” diye düşünmemek doğrusu mümkün değil. Ama giderek yakınlaşan şelale sesine rağmen kuş sesleri, manzara ve doğayla bütünleşme hali tehlikeyi kolayca göz ardı etmemize sebep oluyor. Sakin ve güler yüzlü, tecrübeli bot sürücümüz de bize güven veriyor.
Şeytan Boğazı
Nehir kıyısından bir yürüyüş yolu İguazu nehrinin içerisindeki beton ayaklar üzerine yapılmış tahta köprüye bağlanıyor. Neredeyse iki kilometre tahta bir köprü üzerinde yürüdükten sonra suların en coşkulu ve görkemli döküldüğü yere geliyoruz. Burası “Şeytan Boğazı” (Garganta del Diablo) denilen U şeklindeki bir yarık. Sular 150 metre genişliğinde ve 700 metre uzunluğundaki yarıktan 82 metre aşağıya büyük bir gürültüyle ve müthiş bir su damlacıkları bulutu yaratarak düşüyor. Yukarıdan aşağıya bakarken çok etkileyici olan “Şeytan Boğazı” şelalesine aşağıdan da hızlı Zodyak botlarla gidiliyor. Hemen biz de biniyoruz botlara. Önce küçük şelalelerde bizi ıslatıyorlar sonra hızla şelalenin neredeyse içine giriyorlar. Tabii müthiş bir deneyim ama su damlacıkları öyle bir hızla ve yoğun biçimde yüzümüze çarpıyor ki çok istememize rağmen gözlerimizi açamıyoruz. Bu noktada resim çekmek amatörler için neredeyse imkansız, şelalelerde makinelerin merceklerini korumak da bir sorun.
Üç Ülkenin Sınırı
İguazu nehri şelalelerden döküldükten yaklaşık 20 km sonra Parana nehrine birleşiyor ve Arjantin, Brezilya ve Paraguay arasındaki sınır üçgenini oluşturuyor. Parana nehri daha sonra Arjantin topraklarından geçerek Che’nin doğum yeri olan Rosario’da “Atlas Okyanusu”na dökülüyor.
Guarani Yerlileri
Bu bölgelerin gerçek yerlileri Guaraniler 15. yy başlarında Güney Amerika’da Hıristiyanlaştırılmaya çalışılan ilk halklardan biri. İspanyollar Guaranilere boyun eğdiremeyince “Parana Nehri”nden daha içlere giderek bugünkü Asuncion (Paraguay) şehrini kurmuşlar. Portekizli Cizvit misyonerler ise Guaranileri Hıristiyanlaştırmışlar. Sonuçta kaybeden yine yerliler olmuş! Efsanelere göre Guaranileri yaratan güneş tanrısı Tupa ile karısı ay tanrıçası Arasi. Tupa ve Arasi dünyadaki ilk erkek Rupave ve ilk kadın Sypave’yi yaratmışlar. Hatta dahası da var. Bir kıskançlık sonucu İguazu şelalelerini yaratan M’boi, Tupa’nın oğluymuş. Şimdi Guaranilerin torunları doğal park içerisinde ve Foz de Iguaçu şehrinde ormanlardan topladıkları kuru kabuklar ve tohumlardan yaptıkları takıları, el dokumalarını turistlere satarak, müzik yaparak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. En fazla Guarani ise Paraguay’da yaşıyor.
Kulaklarımızda su çağıltısıyla Brezilya’nın Rio de Janerio şehrine uçmak üzere yola çıkıyoruz.
Doğa Harikası Şelaleler
Robert de Niro’nun “Misyon” filmini hatırlar mısınız? Hani İspanyol işgalcilerin kanlı saldırılarına direnen Guarani yerlilerini, onları Hıristiyanlaştırmak için uğraşan Portekizli Cizvitleri ve savaşı anlatan filmi. İşte o filmin çekildiği yerlerdeyiz.
Yemyeşil Kalmış Bir Şehir: Rio de Janerio
Brezilya’nın güneydoğu sahillerindeki Rio de Janerio “Ocak Nehri” demekmiş! Ocak 1502’de karaya çıkan Portekizliler vermiş bu adı. Önce bir nehir ağzına çıktıklarını zanneden sömürgeciler geniş sahilleri olan bu cennet kıyıları hemen işgale başlamışlar. Gemiden dürbünle bakarken, şekerli bir kurabiye cinsine benzettikleri tepeye şeker tepesi (Pao de Açucar) adını vermişler. 396 metre yüksekliğindeki granit tepe bugün bir seyir tepesi ve 1912 yılında yapılan bir teleferikle çıkılıyor. Tepeden bakınca 12 milyon nüfusu olan Rio’nun uçsuz bucaksız sahillere sahip yemyeşil bir şehir olduğu görünüyor. Rio etrafını çevreleyen Tjuca yağmur ormanlarıyla iç içe bir şehir ve ormanların korunduğu anlatılıyor. Rio’da birçok tepe, bir de lagün var.
Corcovado Tepesinden Dünyaya Bakmak
Daha önce birçok şehirde gördüğümüz gibi Rio’da da şehri tepeden 360º C gören ve olağanüstü bir manzarası olan Corcovado tepesine dev bir İsa heykeli kondurulmuş. 1850 yılında 710 metre yükseklikteki tepeye heykel yapma fikrini ilk kez Katolik bir papaz ortaya atmış. Ancak dönemin Brezilya Prensesi İsabella köleliği kaldıran, devlet ve din işlerini de ayırmaya çalışan bir prenses. Kabul etmemiş. Prenses kendi saltanatını da yıkmaya çalışmış olmalı ki 1889 yılında Brezilya’da monarşi kaldırılmış! Heykel 1922 yılında Brezilya’nın bağımsızlığının 100. yılı kutlamalarında yeniden gündeme gelmiş ve 1931 yılında 39.6 metre yüksekliğinde 700 tonluk heykel tamamlanmış. Kollarını açmış İsa heykeli bir haça benziyor, bugün tam bir turist mıknatısı. Corcovado tepesinden görünen Rio’da ise yeşil ve mavinin egemenliği var. O koca şehir nasıl yemyeşil kalmış öğrenmek ve dünyaya rant gözlükleriyle bakanlara da öğretmek lazım!
Sahiller Halkın En Büyük Eğlencesi
Rehberin futbol, samba ve eğlence şehri olarak anlattığı Rio’da sokakta yatanlar herkesin eğlenemediğinin göstergesi! Yoksulluk kolayca görülüyor. Ama kilometrelerce uzunluğundaki geniş, ince kumlu sahiller herkese açık! Sanat, müzik, dans ve deniz keyfi Copacabana sahillerinde! Üstelik çok iyi aydınlatıldığı için geceleri de dopdolu! Geniş sahil yolunda küçük, gençlerin canlı müzik yaptığı birçok büfe var ama sonuna kadar açılmış hoparlörler yok! Amazon yerlileri el işleri satıyor.
Brezilya’daki bossa nova müziğin ünlü İpanemalı kız (Garota de İpenema) şarkısına ev sahipliği yapan küçük ama ünlü “İpanema Bar”da yediğimiz lezzetli bir yemekle Güney Amerika gezimizi tamamladık. Artık bir an önce İstanbul’a kavuşmak istiyoruz ama daha havaalanından eve dönerken moralimiz bozuluyor. Nerede İstanbul’un o dev çınarları, parkları, ormanları, halka açık sahilleri ve hemen atlayıvermek istediğimiz tertemiz denizleri?
Aydınlık Gazetesi - 08.04.2014, Salı
08.04.2014